Amasya Bayan Masör – Masör Ece

Amasya Bayan Masör – Masör Ece

Amasya Bayan Masör yine de inandıramıyordum kendimi buna. Herkesten kopuktum, dünyayla aslabir bağlantım kalmamıştı. Dünya, beni kişisel olarak ilgilendirmeyen bir gösteri niteliğine bürünüyordu. Birbiri art arda, ünden, mutluluktan ve başkalarına yararlı olmak amacından vazgeçmiştim. Şimdi ise, yaşamak bile ilgilendirmez olmuştu beni. Bazı anlar, gerçeklik duygusunu tümden yitiriyordum; sokaklar, otomobiller, sokakta yürüyenler, kendi adsız ve amaçsız varlığımın fakatçsızca aralarında sürüklendiği bir gölgeler yığını oluyordu. Bazen, ürkerek ama gene de gururla, deli olduğumu söylüyordum kendi kendime. Yalnızlığın uç noktası ile delilik arasında çok az mesafe vardır. Aklımı yitirmiş olmam için, pek çok neden vardı, iki senedir, bir tuzaktan kurtulmak için var gücümle çabalamış, bir çıkış yolu bulamamıştım. Sürekli olarak, görünmeyen engellere çarpıyor, bu engelleri aşıp çıkamıyordum bir türlü. Sonucunda, aklımı yitirmiş olmalıydım. Elim bomboş, böğrümde kalmıştı.

Amasya Bayan Masör birinde hem her şeye sahip olacağım diye, bununla beraber hiçbir şey, sahip olma özlemine değmez diye, düşkırıklıklarımın üstesinden gelmeye çalışıyordum. Bütün bu çelişkiler, kafamı daha çok karıştırmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Hepsi yetmiyormuş gibi, alabildiğine sağlıklı, alabildiğine kanı kaynayan biriydim ve ev ile kitaplık arasında bir tutuklu yaşamını sürdürmek zorundaydım. Kullanmak, yararlanmak olanağını bulamadığım bu canlılık, dizginlerinden boşanmışçasına kafamı ve yüreğimi zorluyordu. Yeryüzünün, bir anlamı yoktu artık benim için; “yaşamın dışındaydım.” Yazmak bile gelmiyordu içimden; her şeyin boşluğu, her şeyin hiçliği tüm dehşetiyle gırtlağıma sarılmıştı yine. Ama geçen yıl yeterince gözyaşı dökmüştüm.

Amasya Bayan Masör

Amasya Bayan Masör bir ümit kurguladım kendime. Evrenin bir görüntüler dizisine indirgendiği ve kendi egom yok olduğu anlarda, bu tarz şeylerin yerini alan bir başka şey vardı: Yok edilemeyen, ortadan kaldırılamayan, sonsuz olan bir şey. Bana öyle geliyor ki, her şeye kayıtsızlığım, her şeyden kopmuşluğum, kim bilir hiç ilişki kurulamayacak bir varlığın negatif yönden kendini ortaya koyuş biçimiydi. Bunu düşünürken, Hıristiyan Tanrısını geçirmiyordum aklımdan. Katolikler her geçen gün birazcık daha iğrendiriyordu beni. Yine de, gerçek “varlığa” erişmenin olanaklı bulunduğunu korumak için çaba sarfeden Pradelle’in, Matmazel Lambert’in etkilerinde kalıyordum. Plotinus’u ve mistik psikolojiyle ilgili kitapları okudum.

Akıl sınırları ötesinde belirli deneyler kanalıyla “mutlak”a erişmenin mümkünlı olup olmadığım düşünmeye başladım. Bana kucak açmayan dünyayı bir kum yığınına indirgediğim bu soyutlamalar çölünde, susuzluğumu gidermenin, doyuma ermenin yollarını arıyordum. Mistik bir din bilimi niçin olmasın? Günceme “Tanrıya dokunmak, veya Tanrılaşmak isterim” diye yazdım. O yıl boyunca, kendimi hep bu çAmasyalıklara, hep bu düşlere, hep bu çıkmazlara kapıp koy verdim. Ne var ki, kendi kendimden bıkmıştım. Nerdeyse, günce tutmaktan cayacaktım. Işlerim çoktu. Belleville’de olduğu gibi Neully’de de öğrencilerimle iyi anlaşıyorduk. Öğretmenlerden de hoşlanıyordum. Sorbonne’da hiç kimse sosyoloji ve psikoloji derslerine girmiyordu; bunlar bizlere çok yavan, çok tatsız geliyordu. Sadece Georges Dumas’nın, birkaç kafadan sakatla beraber, pazar ve salı sabahlan Sainte-Anne’da yaptığı tükettiği barların, akıl alıcı güzelliğini dile getiriyorlardı.